17 Ocak 2013 Perşembe

Basit bir matematik dengesi..!


Yenilerde “Kadın Beyni”  adlı kitabı okudum. “Her beyin kadın doğar, bazıları erkek büyür.” cümlesiyle arka kapağında karşılaşınca kendimi kitabın içinde kulaçlarken buldum…

Yazarı olan nöro-psikiyatr Dr. Louann Breizendine uzun yıllar yaptığı klinik araştırmalarla kadın ve erkek beynin farklı çalıştığını, bunun da beynin kimyası ve hormonlardan kaynaklandığını saptamış…
Kitap, her insanın hayatına kadın beyni ile başladığını, hamileliğin 8. haftasından sonra testosteron iletişim merkezine yayılmasıyla beynin erkek beynine dönüştüğü, saldırganlık ve cinsellik hücrelerinde artış gözlendiğini söylüyor. Eğer bu beyin hormondan etkilenmeseydi kadın beyni olarak gelişimini sürdürecekti…

Kitabı okudukça ;
Amigdala: Dürtü merkezi…
Hipokampüs: Duygu ve hafıza merkezi kelimeleriyle sıkça karşılaştım…
Hipokampüs, kadınlarda daha geniş yer kaplıyor… Yani duygusal olayları daha detaylı hatırlıyorlar…
Geçmişteki kavgaları, ilgisizlikleri temcit pilavı gibi öne sürüp kelimesi kelimesine hiç unutmamamızın nedeni buymuş..!

Amigdala erkeklerde daha geniş… Yani onlar daha dürtüsel… Misal seks düşüncesi kadının beynine gün aşırı uğrarken erkeklerin neredeyse aklından çıkmıyor ya, işte ondan…
Bunlar bana uymuyor diyenleriniz varsa yaş, hormon gibi nedenlerdendir…
İlişkilere odaklanma, aile kurma, yavrulama isteği hep hormonların etkisi… Bütün bu yaşadığımız evreler aynı bir saat gibi kurulu ve zamanı gelince işliyor…

Benim kitaptaki bölümlerden en çok “Aşk ve Güven” ilgimi çekti…
Aşk ve Güven’de, âşık olduğumuzda bedenimizdeki hormon değişimleri, eşleşme içgüdüsünün nasıl ortaya çıktığı anlatılıyor. Ama eş seçmek için sadece hormonlar etkin değil… Bir de ilkel çağlardaki atalarımızdan gelen bilinçaltı çağrışımlar var… Çünkü milyonlarca yıllık evrimimizin çok önemli bir kısmını ilkel koşullarda geçirdik. O zamanlar en önemli sorun üremek ve neslinin devam edeceğinden emin olmak… Kadınlar kendilerini ve çocuklarını koruyacağına inandıkları, barınma ve beslenme ihtiyacını karşılayacak erkeklerle uzun süreli ilişkiler kurmayı, erkekler de doğurganlığın simgeleri olan düzgün bir cilt, parlak gözler ve saçlar, dolgun dudaklar ve yuvarlak vücut hatları olan kadınları arzuluyorlar…
Yani kadının da erkeğin de davranışlarının basit bir matematiği var, tıpkı mağara devrindekiler gibiyiz aslında… Sadece modern zamanlarda yaşıyoruz… Kadın olmayı kimyasıyla, hormonuyla, ilkel çağıyla anlamaya çalışınca, kadınların iletişim ve duygusal yeteneklerinin üstünlüğü gözlerimi kamaştırdı... Çünkü neredeyse psişik diyebileceğimiz bir hissetme yetenekleri var… Görülmeyeni, hiç konuşulmayanı bir bakıştan, bir göz süzüşten, sesinin tonundan anladıklarından verdikleri tepkiler hiç de yersiz değilmiş… Anlamlandıramadığım duygular yaşadığımda artık nedenini bildiğimden aşmam kolay olacak… Çünkü, artık kendimdeki gizeme bir adım daha yakınım..!

Anneee, peki yarın nerede uyanacağız?


Taşındım…
Ankara’ nın bir ucundan, diğer ucuna geldim…
İlk günlerde, her ne kadar artıları çok olsa da bu değişimin,
huzursuz eden yönleri de oldu beni, ama daha iyiyim…
Seneye oğlum okula başlıyor…
Dört buçuk yaşındaki bızdığımın gelecek yıl ne yapacağını kara kara düşünsem de,
şimdiden bu duruma göre yaşam standartlarımı düzenlemek kaçınılmazdı…
Ev- işyeri-okul üçlüsünü birbirine yaklaştırmak, hem zaman hem de emek açısından daha iyi olacaktı…
Biz de bunu yaptık…
Her şey düşüncede daha yapılabilir gelir, ama iş başa düşünce ne kadar hazırlıklı olursan ol, her ilk gibi zorlayıcıdır biraz…
Taşınma fikri vardı kafamızda, fakat bu kadar kısa sürede olacağını tahmin etmemiştim…
Kendimi bir anda eşyaları kutularken buldum… Bir gün de kapıda nakliyeciler belirdi…
Hara güre, ne olduğunu anlamadan,  yeni evime doğru yol alıyordum…

Kuş misali olduğumuzu, hayatın planlarla yürüyemeyeceğini, bir an sonrasının ne olacağının bilinemeyeceğini dilime pelesenk etmişimdir hep,
ama buna içtenlikle inanmadığımı, sözün gelişi söylediğimi, aslında derinlerde yaşamımı programladığımı, birden bire bu yeni mekânla karşılaşınca şaşırdığımda daha iyi anladım…
Şaşırmak ne kelime..!
Afalladım…!
Anladım ki; ben demek alışkanlıklarım demekmiş…
Yerine daha iyisi gelse bile,
önceki; hep aranılan oluyormuş…

Yakın bir arkadaşım, oğlumun yeni ev ve çevresine adaptasyonda zorluk çekebileceğini söylemişti…
Hatta kreş psikologuna danışıp, bir şeyler yapmam gerektiği konusunda beni uyarmıştı…
Bunun olabilme ihtimali bile beni ürküttü.
Oğlumun uyum sağlamakta sorun yaşayacağı aklımdan bile geçmemişti.

O yoğun süreçte profesyonellerden destek almak için zamanım olmadı…
İş başa düşmüştü bir kez daha…!
Arda’ yı her şeyin içine katmaya karar verdim…
Eşyaları paketlerken onun da yardımını istedim hep. Yeni evimizin güzel yönlerini anlattım…
İlk davet edeceğimiz misafirlerin listesini bile birlikte hazırladık…
Taşınacağımız gün gelip çattığında, oğlum da bunu bekliyordu artık…

Yine de evde her şey üst üste olduğundan kutudan, hurçtan adım atacak yer kalmadığından,
 yeni eve de temizlik, boya- badana için sık sık gidip geldiğimizden
pek çok geceyi teyze, dayı ve anneanne evlerinde misafir olarak geçirdi...
Birkaç hafta içinde o hiç bitmeyecek sandığımız koşuşturmaların da sonuna geldik…

Ve kendi evimizde ilk sabah…
Arda gözlerini oğuştura oğuştura yatağımıza tırmandı,
-“Anneee, peki yarın nerede uyanacağız..?”

O hafta bu soruyu tekrar ederek yeni güne başladı her defasında…
Eski evinde mi, yeni evin de mi kalacaktı…
Neresi ona aitti…?
Ben bile değişikliklerde zorlanırken onun bunu yaşamasından normal ne olabilirdi..?
Gerçi ondan aldığım cevaplardan bu evi daha çok sevdiğini anlıyordum…
Şimdi üç haftayı devirdik, O’ da nerede uyanacağını düşüncelerinde oturttu…

Sevdiği ortamı, sevdikleriyle paylaşıyor… Bundan çok mutlu oluyor. Duygular bulaşıcı… Şimdi oğlumun dudaklarında beliren tebessümün aynısından bende de var…!

Gözündeki Pırıltıları Söndürmeden…


İşim çıkar da gidemem kaygısıyla, başladığı günün öğleninde, soluğu kapısında aldığım“ Ankara Kitap 2012  Fuarı’na, ikinci günü de mecburen yolum düştü. Çünkü aldığım kitaplardan birisinin basımında hata vardı. İyi de oldu; hem kitabımı değiştirdim, hem de sevindirici gelişmelere tanık oldum.

Dün rahatsız olduğum fuar giriş ücreti, katılan kitabevlerinin de uğraşılarıyla en azından öğrenci ve öğretmenlere ücretsiz olmuştu. Önceki gün, fuarda beş kişilik bir ailenin konuşmalarına tanık olmuştum.  Girişe kişi başı beş lira verince “On liralık kitap alacaktım, bunun beş lirasını girerken verdim zaten” diyordu aile fertlerinden liseli bir kız öğrenci…

TÜYAP’ a katılan yayınevlerinden bir kısmı, devamında Ankara’ daki fuara da gelmişlerdi. Ama bizim fuar okuyucu ve yazarı buluşturan güzel söyleşilerden mahrumdu.
Uzun yıllar önce, bir televizyon programı çekimi için TÜYAP’ a katılma fırsatına sahip olmuştum.
Sonraki yıllarda İstanbul’ a gidip fuarı tekrar gezmek hayallerimi süslemişti ama olamamıştı bir türlü!..
Bir başkentli olarak; farklı yelpazedeki kitabı, yayınevini, sevdiğimiz yazarları ve imza günlerini görebileceğimiz böylesi bir etkinliğe hasrettim.
Ta ki düne kadar…
Umarım,  bundan sonraki yıllarda da bu etkinlik köklü hale gelir ve her sene tekrar eder…

 “ Ankara Kitap  2012” Fuarı  9 Aralık tarihine kadar 10:00 ve 20:00 saatleri arasında Ankara Ticaret Odası Congresıum Uluslararası Fuar Merkezi’ nde  devam ediyor.

Congresium’ a yolum ilk defa düştü. Özlediğimiz, bize yakışır son teknolojilerle donatılmış bir tesise sahip olmaktan yaşadığım şehir adına mutluyum… Burası, artık sadece otomobille önünden geçtiğim bir yer olmaktan çıktı benim için. Orada yapılacak etkinlikleri elimden geldiğince takip etmek istiyorum.
Mekâna girer girmez kitaplarından tanıdığım yazarları karşımda görmek etkileyiciydi.

Fuarı dört saat gezmeme rağmen, bütün stantlara bakabildiğime emin değilim. Hatta gözden kaçanların olduğu düşüncesiyle hayıflanıyorum. Yine de beş yaşında hareketli bir oğlan çocuğu eşliğinde üstün bir performans gösterdiğimi düşünüyorum. Çünkü ara ara incelediğim kitaplara dalıp oğlumu gözümden kaçırdığımda kalp atışlarım hızlanıp korkulu anlar geçirmedim değil..!

Ama O’nu anneanneye, babaanneye bırakıp gitseydim;  bir yanım eksik kalırdı. Zira oğlumun da kitaplara aşina bir kitap kurdu olmasını istiyorum. Bunun için her türlü zorluğu çekmeye değer!

Nasıl beğendiğimiz bir mekânı, yemeği sevdiklerimizin beğenisine sunma arzumuz varsa;  ben de gezdiğim bir resim sergisini, gördüğüm bir etkinliği onun da görmesinden büyük keyif duyuyorum.  Onun gözündeki sevinç pırıltısından besleniyorum. Her yeni deneyiminde eve farklı biri olarak geliyor, sabah farklı bir Arda olarak uyanıyor…
Ama yeniliği ona yaşatırken, minicik bir zorlama hissetmemesine ve sıkılmamasına çok dikkat ediyorum.
Sanat sevgisi aşılamak isterken, sanattan uzaklaşması en büyük korkum.

Ve yetişemediğim onca şey…


Ocak 28 itibarıyla, oğlum beş yaşını bitiriyor. Agu yaptığımız günlerin ardından geçen, bu bir elin parmaklarıyla sayılan, senelerin insan hayatında bu kadar etkili bir zaman dilimi olduğunu yakından görmesem inanmazdım.
Daha dün; iki kelimeyi bir araya getiremezken, şimdi çok aklı başında cümleleri birbiri ardı sıra dizmesi, hızlı gelişiminin en önemli belirtisi…
Benim bile; kafamda soru işaretleri uyandıran bir şekilde algılarımı açıyor onun bu halleri.. Ona uygun cevaplar verip hem kendimi, hem de onu ikna etmekte çok zorlanıyorum… İşte o zamanlarda sadece ondaki değişimleri takip edip; yanında olduğumu hissetmesini sağlayabilmek bile benim için o kadar zor oluyor ki..!

Evet, ben onun süratine , yaşamı anlamaktaki açlığına yetişemiyorum..!
Ve yetişemediğim onca şeyin arasında artık O’ nun da olması bir anne için buruk bir özeleştiri…

Her ikili ilişkinin, heyecanını ve yapıcılığını devam ettirmesi için bireyin kendini devamlı tazelemesine inanırım, oğlumla olan iletişimimin de böyle olmasına çalışıyorum.
Arda konuştukça; anneliğin insan hayatındaki öz değerlerin oluşumundaki yerine hayretler içinde bir kez daha şahit oluyorum..!  

Onu yetiştirirken, diğer insanlarla bağlarını yönlendirirken, kendi isteklerimden öte gelecekteki hayatında da sağlam manevi tuğlalar yerleştirme telaşındayım…
Bir gün ben bu âlemden ansızın gidersem benim dışımdaki aile bireyleriyle(çekirdek aile dışında ) sağlam sevgi bağları olsun istiyorum. Başında kuramadığın bu bağı daha sonra kurmak pek olası değil..! Şu ana kadar ki gelişimi iyi yolda olduğumu gösteriyor ve O adeta bir sevgi kelebeği…

Oğlumla birlikte kendi varoluşumu da sorguluyorum…

Bir kadınlık kavramını; anne, eş, sevgili, evlat v.s.  gibi birkaç kulvara sıkıştıran zihniyetten uzak bir yapıyı, en azından kendi ruhumda arayan ben; doğanın getirdiği yavrulama isteğinin aslında toplumun kadın tarafından yeniden kurulumunun tabiat eliyle bize verilmesinden başka bir şey olmadığını görüyorum.
Kadının bir çok coğrafyada adının bile olmaması, sonra aniden annelikle birlikte kutsal bir kimliğe bürünmesindeki kokuşmuşluğun benim algımdaki yerini almakta haliyle zorlanması annelik kavramına bakışımı da etkiliyor…

İşte; tüm bu düşünceler, onun mu beş yaş büyüdüğünü; yoksa benim mi onun sayesinde  evrimleştiğimi  irdelememi sağlıyor…

Metin Erksan’ ın filminde olduğu gibi..!



Kapıdan çıktığında, nereye gideceğini bilmiyordu… Ama biraz yürüyüş; parkta bir mola ve ardından her zamanki kafede bir kahvaltı kendine gelmesini sağlayabilirdi…

Yaşasın rutinlerim..!
Biraz sapınca kendinden, kalıplarından ne olduğunu görmüştü…

Evin duvarları üstüne üstüne gelmiş, geceden beri uyuyamamıştı bir türlü…  Eline kitabı alıp okumaya çalışması da nafile bir çabaydı…Tek satır bile ilerleyememişti;  yastığı  yastık değil kaktüstü sanki..! Kafasında dün yaşadıkları düğüm düğüm olmuş, çözülemiyordu:  Hazmedemiyordu bunu… Sohbetin gereksiz yerlere varması, kendinin olmadığı biri gibi göründüğünün yanında; çok etkilendiği bir erkeğin gerçek kişiliğiyle karşılaşması da midesini bulandırmıştı. 
Ahh erkekler..! İlkel çağlardan beri savaşçı ruhlarından hiçbir şey kaybetmemişler… Avlanma mantıklarından da… Kaçan kovalanır ne de olsa..!  Biraz  beğeniyi  hissettiklerinde ya da bu dile getirildiğinde hemen nasıl da başarıya ulaşmış sayıyorlar kendilerini ve anında gizledikleri özelliklerini ortaya koymaktan çekinmiyorlar… Yeniden o anları yaşıyormuş gibi yüzünü ekşitti, elleri ensesine gitti, sanki oradaki bir tutam saçı çekiştirince her şeyi unutup yok farz edecekti…  İçsesi kafasındaki cadı kazanının fokur fokur kaynaması için ha bire altına odun sürüyordu. İçinde o ateşi hissediyor ve yanaklarından bu sıcaklık adeta dışarı fışkırıyordu. Bu keskin soğuğun altında bile yanakları al aldı…

Bu kadar rahat konuşup; onun kendini sere serpe ortaya koymasına izin vermemeliydim, ama nereden bilebilirdim ki o modern görüntünün altında bir mağara adamının yattığını..!
O entellektüel birikimin biraz kazıyınca hiç de derinlere ulaşmadığını gördüm… Şimdi de şoklardayım… Ne işin vardı onunla; boşu boşuna zaman harcamak dışında neye yaradı..? Keşke hiç tanımadığım, o haliyle kalsaydı; sadece uzaktan, hayran olduğum bir resim olsaydı… Tıpkı Metin Ersan’ ın “Sevmek Zamanı” filminde olduğu gibi..!
Hala filmlerdeki aşkları gerçek zannediyorum, dedi içinden… Onlar olsa olsa beyaz perde de yaşanır… Nerde o yürekte,  o düzgünlükte insan..!

Kendini Külkedisi  masalının içinde; elinde ayakkabı, prensesini arayan prens gibi hissediyordu..!

Belki de bu otuzlu yaşlarının bir iki yaş kuzeyinde tek başında yaşayan ve ayaklarının üzerinde pekala durabilen bir kadının şimdiye kadar ki kurallarından sapması iyi bir fikir değildi..! Erkekler;  çetelesine bir dişiyi daha ekleme telaşında oldukları, kadınların da saçma sapan hülyalarda oldukları sürece bunlar sil baştan daha çok yaşanırdı…

Apartmanlarının önündeki merdivenlerden nasıl indi de parka geldi anlayamadı… Çevresinde adeta bir sis perdesi onu bu dünyadan soyutlamıştı… Kulağında Pink’ ten Try yankılanıyordu ve onun Amerikan Müzik Ödülleri’ ndeki gösterisi gözlerinin önünde yeniden canlanıyordu… Sadece o dansı kendini hüsrana uğratan kişiyle yapmak istiyordu; onu yerden yere savurmak için..! Bunu düşününce yüzünde minik de olsa bir tebessüm belirdi… Sadece melodiyi ruhunda hissetti ve “Ayağa kalkıp denemelisin;  denemelisin, denemelisin, diye tekrarladı mırıldanarak…