28 Eylül 2020 Pazartesi

Birdman Alejandro G.İnârritu 2014

 


Alejandro G.İnârritu' nun 2014 yapımı Birdman filmi Hollywood filmleriyle ünlü olan bir aktörün çocukluğunda sahneyi seçmesine vesile olan bir yazarın tiyatro  uyarlamasını sahnelemeye çalışırken gerçek ile sahnedeki rolünün birbirine girmesi üzerine. Broadway oyunu filmin bir parçasıyken hayatının tamamı rol ve oyun haline geliyor. Bunu geçişlerde kullanılan bateri, davul sesi geçişlerinden aktörün içsesinden hissediyoruz.
Bir nevi Campbell' in kahramanın sonsuz yolculuğuna gönderme de var. Başından sonuna kahramanın dış dünyasında, gerçekte, hem de içinde dönüşme vardı. Filmde sahnelenen oyun bireyin gerçek hayatını da temsil ediyor. Hepimiz kendi sahnemizde başarabilirsek başrolümüzü kimseye kaptırmadan son rolümüz ölümümüzü de oynayıp gidiyoruz, özgürleşiyoruz. Birdman hem Batmanvari bir film kahramanı hem ölüme yürüyen insana gönderme olmuş. Zaten kuş sembolü filmde birkaç sahnede vardır. Ruhumuz da kuş olup uçar ve bedenimizi terkeder.
Her evremizi fotoğraflar, kameraya alırız. An'ı biriktirme vaadi olan zamanı mühürleme hali bizi gerçek andan koparır ve benliğimizden de uzaklaşırız. İnsanlar bizi gözetlesin, onaylasın, alkışlasın diye umuttuğumuz benliğimiz posası çıkmış bir varoluştur.
Varolamayız. Başlangıçta başladığı kare daha sonra tekrarladı. Denizanalarının sahile vurduğu sahne. Bu filmde kilit bir sonuca gidişti.Yaşamı omuzlamayı ne zaman bırakırız? Rol yaparken, yaptığımız rolü gerçek sanarken mi? Yoksa uyanıp anımsadığımızda mı? Biz burada niye varız?
Hastane sahnesinde en sevdiği çiçek elindeyken leylak kokusunu almaması da manidardı. Elde ettiğimiz şeyler bizden götürdükleri yanında adı bile edilmeyecek kadar önemsizse hayatın da hissedilecek bir yanı kalmamıştır.
Yaşamın içinde hiç olamamışlık çok güzel verildi. Müzik, içses, sahnedeki performansları, diyalogları bunu destekler nitelikteydi. Egomuz, hırslarımız, kafaya taktıklarımızın anlamsızlığı debelenmemizde gizli. Filmdeki aktör ve aktrisler yaşamlarındaki acizlik ve yine de ışıltı yanılsamasına muhtaçlık ile bizleri simgeliyordu.
Alt metinleri, görselliği benim için filmi izlenilir kıldı.

22 Eylül 2020 Salı

Akira Kurosawa Dreams 1990

 


Akira Kurosawa Dreams 1990 yapımı

Film yönetmenin çocukluğunda gördüğü sekiz rüyasından oluşuyor. Adı düşler olsa da uyandırıcı etkisi var. İlk rüyada anne vardı. Kuralı çiğneyince çocuğu dışarıda savunmasız bırakan, aynı zamanda da çözüme zorlayan yıkarken kuran bir anne. Toplumun içine itilme ve ana rahminden kopuş baskın öğelerdi. Bir de tilkilerin gizli töreni olan evliliklerine tanık olmak ilk cinsel deneyim, Oidipus Kompleksi' nin çağrışımını yaptı. Gökkuşağının peşine düşme var. Orada dileklerin olur, değişim başlar. İkinci rüya kesilen şeftali ağaçlarına ağıttı. Şeftali cinselliğin sembolüdür. Sema Kaygusuz' un " Şeftali " öyküsünü önerebilirim. Şeftali ağaçlarının kesilmesi iğdiş edilme öyküydü. Travmatik bir deneyim Anne dışında başka bir kadın figürünün hayata girmesiyle örtüşen bir dönem. Daha sonra Van Gogh ilgili bir bölüm vardı. Sanatın estetik tanımı ve Akira Kurusowa' nın tablo gibi karelerini besleyen unsurlardan, hayatın gerçekliğinin yerini sanatın kurgusunun alması. Gerçek ile sanatın arasındaki geçişgenlik, sanatçının konumlandığı nokta. Müfreze bölümü savaşa göndermenin irkiltici boyutta olduğu bir bölümdü. Kenzaburo Oe okumalarımda Japon halkının savaş ve şiddet ile uğradığı bireysel, toplumsal yıkımı görmüştüm. Burada da bu çok iyi verilmiş. Dünyanın ve Japonya' nın bebekleri de dahil uğradığı yıkım. Bir masada, laboratuvarda karar verirken etik bu diyebilirsin belki, bir bebeğin gözünün içine bakarak demek başka bir boyutta yaşama döndürmek yüzünü. Ölümü karşılayabilmenin yolu nasıl bir yaşamı seçmemizde gizli bunu bile sorgulatıyor


16 Eylül 2020 Çarşamba

Andrei Rublev Tarkovsky

 


Andrei Rublev
Tarkovsky' nın 15.yy ikona ressamı ve keşişinin hayatını konu ettiği 1966 yapımı filmi. Filmin kimi romanlar gibi bölüm bölüm olması, isim alması ve geçtiği tarihi söylemesi geçiş kolaylığı ve odaklanma açısından en beğendiğim yanlarından oldu. Okuduğum romanlarda da ilgimi çeken bir tarz. Andrei Rublev'in hayatını dilsiz kız, çan yapan çocuk üzerinden anlatması öykülerimizin birbirine bağlılığı ve içiçe olması açısından ilgimi çekti. Dönemin önemli bir derdi olan Tatar istilaları,  Ortodoksluğa inanmayan pagan unsurlar taşıyan törenler ile varolan halkın eziyeti, keşiş Rublev' in buradaki bakış açısı, inancın bireyin hayatındaki yeri, açlık, istilalar ile bozguna uğramaları aklımda kalanlar. Oscar Wilde Rus yazarların romanlarında vicdanı verebildiğini ve o nedenle çok önemsediğini söyler. Suç ve Ceza' daki Sonya karakteri Dostoyevski ile ilgili okmalarımda Rusya' yı temsil eden unsur olarak söylenmişti. Sonya hayatını bedenini satarak kazanan bir Rus genç kız. Bu işi kendi için değil de üvey annesinin çocuğu için yapması, Raskolnikov' un yol göstericisi olması onun Rus vicdanı denilen unsuru simgelemesinin nedeni. Hangi kötülük içinde olursa olsun tertemiz ruh barındırması.
Filmin bir iki defa izlenmesi gerekiyor.
Sadece sembolik bir bakışla bakamadım. Tarihi, gerçeği yansıttığı için.

8 Eylül 2020 Salı

Bunlar da mı İnsan Primo Levi


Yıllar önce yine okumaya heves edip ilk cümlelerini sesli okuyunca yüreğimin yetemeyeceğini anlayıp bırakmıştım. 1944' te altı yüz elli kişiyle birlikte Auschwitz Toplama Kampına gönderiliyor yazar. Arada duygusal sorgulamalar olsa da geleceğe yapılanları anlatmak için sakin tonda bir metin ortaya çıkıyor. 


Kendi de sona eklediği röportaj metninde inandırıcı olsun diye bu dili seçtiğini söylüyor. 


Neden sistemli bir kıyım yapıldığını sorusuna Yahudilerin insan olmadığını göstermek için diyor. Kampta kaşık dağıtılmıyor. Anlaşılıyor ki kaşık dolu. Hayvanlar gibi yesinler diye. Neden karşı çıkmadınız, ayaklanmadınız dendiğinde de aralarında kadınlar çocuklar, yaşlılar olmadığı halde Rus Birliği de karşı koyamadı diyor. Döneme ve şartlara bakıp değerlendirilmeli diye de ekliyor.


Faşizim her yerde hortlayabilir, günümüzde de. Görüp geçit vermemek önemli. En büyük suçu alttan alta Yahudilerden tiksinen, memnun izleyicilere, Alman halkına yüklüyor.



İvan'ın Çocukluğu Tarkovsky

 İvan' ın Çocukluğu

Tarkovsky' nin 1962 yapımı ilk uzun metrajlı filmi. Vladimir Bogomolov' un 1957' de yazdığı kısa öyküsü İvan' dan uyarlanmış.Venedik ve Sanfransisco Festivallerinde onbeş ödül almış. Tarkovsky den önce Ivan başka bir yönetmen tarafından çekilmiş beğenilmeyince Tarkovsky'e teklif geliyor. Silbaştan çekmek şartıyla kabul ediyor. 

 Nikolai Burlyeyev daha sonra Tarkovsky' nin Andrei Rublev' de de oynamış. Ivan savaşı bir çocuğun gözünden anlatıyor. Karakterimiz yalnız kaldığında ve rüyalarında çocuk olup, savaşın travmalarını yaşıyor; cephede ise diğer askerler gibi büyük,sert, acımasız oluyor. Çocuk seçimi olayı doğal, tarafsız gözle gösterme amacını taşıyor. Filmin grişinde, ilerleyen yerlerinde annesi, kovayla su vermesi, kuyudan yıldızlara baktığı sahne var. Koyu ana rahmini simgeliyor. Kuyuya geçiş  ilgi çekiciydi. İvan' ın yakın plan yüzü hafızalardan silinmeyecek katılıktaydı. Cephedeki tavuklu yaşlı adam karısının nazilerce öldürüldüğünü söylüyor, biraz sonra yıkılmış evin kalıntısına tablo asıp eşinin geleceğini anlatıyordu.

Tarkovsky yağmurun Solaris' te tanrısallığı simgelediğini söylüyor. Yağmur filmlerinde sembol olarak görülüyor.

Rüyalar, bilinçaltı, gerçekler arasında çocuğun gözünden savaşa bakıyoruz.

Diğer filmlerindeki uçan kuşun yerini uçamayan tavuk simgesi yıkımın habercisi  almış. 

Teğmen Misha' nın korktuğu ve İvan' ın ardından göründüğü örümcek ve ağı tutsaklığı sembolize ediyor. Kelebek sadece rüyalarda yaşanan özgür çocukluğu, güneş gerçeklik, anne öznel gerçekliği simgeliyor. Yeldeğirmeni, alnı silmek emeğin sembolü. 

Elmalar, yağmur birarada ve neşeli bir sahne, kamyondan düşen elmaları atların yemesi. Sartre filmle lgili " Savaş canavarları sonunda yiyip bitireceği kahramanlar üretir" demiştir. İvan' ın çocukluğunu, ailesini, masum bakışlarını elinden alarak en büyük kötülüğü yapmıştır. Misha' nın kepini çıkarıp bakışı ve sonrasındaki ormanda kamera hareketi etkileyiciydi.


#onatkutlarınizinden

#grihucrem2020


Utanç Coetzee

 U


tanç arkadaşımın okuma listesinde olup ilgimi çeken bir roman. Güney Afrikalı yazarın " Barbarları Beklerken" romanı ile ilgili yorumları okumuştum ve yine böyle bir içerik bekliyordum. Yanılmışım.

" Utanç" üniversite hocasının öğrencisi ile yaşadığı ilişki sonucu istifa edilmeye zorlanması ile başlayan bir kitap. Ana konu bu. Bu olaydan sonra tek başına yaşayan, hippi değerlerine sahip, cinsel tercihini kadınlardan yana kullanan kızıyla yaşamaya başlamasıyla olaylar katmanlı hale geliyor. Kızının çiftliğinde ona yardım eden siyahi çalışan yan arsada çiftlik sahibi oluyor ve iki ırkın geçmişinin kızının üzerinden rövanş alma, kızın tutunma isteği, babanın yazmak istediği eser üzerinden kendi yaşamlarına dair çıkarımlar yapması üzerine evriliyor. Kızı Lucy çiftliğinde saldırıya uğruyor. David baba olarak herşeyi bırakıp Hollanda' da yaşayan annesinin yanına gitmesini söylüyorsa da Lucy tutunmak istiyor ve yaşadıklarının hepsinin burada olabilmenin bedeli olduğunu söylüyor. Burada düşündüğüm şey bireyi ilgilendirmeyen ama kollektif sömürü, yıkımların toplumdaki yaşamı yıllarca nasıl etkileyebildiği, sırf kendi günahını değil atalarının günahını çekme durumunun gerçekliği. Lucy' nın hasta hayvanlara yardım eden kurtarılamayanları ise ilaçla uyuşturup yakılan yerlere götüren Bev ile David' in bir süre ona yardım ederken sorgulayışı. Bazen devam edemeyeceğini sonu kabul etmek gerektiğini, kendi ayaklarınla bu sona gitmek ya da götürmek gerektiğini simgelemesi.

Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin kırılganlığı ve şiddet, tecavüz, varolmak için yüzyıllarca elinde hiçbir şey olmadan sadece tutunabilmek için göz yummak; ezilmeye, eksik görülmeye.

David şimdiye kadar ki bütün lişkilerini, babalığını sorguluyor. 

Bireyden çıkıp topluma, cinselliğe, ebeveynlik, sevgililik, kızın olması ile başkasının kızına, senden olmayan kadına bakış açısı.

Neye, ne kadar tahmmüllüyüz? Bunu ne belirliyor? Sevdiklerimizle ilişkimizin kırılganlığı. İlişkilerimizde paylaştığımız ve ürettiğimiz ne?

Kitap ile buluştuğum için mutluyum.